Yanlış Anlamanın İmkânı
Musa (as), özel bilgiyle donatılmış kulda olan ilmi öğrenmek için ona yoldaş olmayı teklif eder. Fakat karşı taraf ona talip olduğu yoldaşlığın iç yüzünü bilmediği meseleler yüzünden sabredemeyeceğini söyler. Eğer bu konuda ısrarlıysa kendisine bir şey sormadan sabırla beklemesi gerektiği sözünü alır. Gelişen olaylara koyduğu tepkiler, Musa’nın (as) yoldaşlığını bitirir. Sonra itiraz ettiği meselelerin iç yüzü kendine anlatılınca Musa (as) yanlış anladığını fark eder. Burada Musa’nın (as) pek çok nedenden veya aceleciliğinden dolayı yanlış anlayabileceğinin farkına varması, bu meselin en hikmetli yönlerinden biridir.
Genellikle anlamak üzerinden değerlendirilen olaylar, farklı yorumlarla karşılaşınca, çoğu kez çıkmaza girerler. Anladığını iddia edenler ısrarlarından vaz geçmediğinde de konu bir kör döğüşüne döner. Hâlbuki anlamayı, doğru veya yanlış şeklinde değerlendirmek, iddia sahiplerine bir adım geri atma ihtiyacı hissettirir. Çoğu kimsenin söylediği ya da yaptığı bir şey için yanlış anlaşıldığı üzerine şikâyet ettiğini duyarız. Buna göre yanlış anlaşıldığını iddia edenler, başkalarını da yanlış anlayabileceklerine kanaat getirmesi gerekmez mi?
Bir şeyi yanlış anlamaktan daha vahimi, her şeyi doğru anladığını zannetmektir. Zira yanlış anladığına kani olan kişi, işin doğrusunu anlamak için bir gayret gösterir. Doğru anladığında ısrar eden ise hakikatten uzaklaştığını fark edemez. O hâlde yanlış anlama ihtimali üzerinde durmak, doğru anlamanın çok önemli bir rüknüdür.
Şeytan ve taraftarlarının en büyük tezgâhı yanlışı, doğru formunda sunmaktır. Bu kadar çok çeldiricinin içinde, acele ile bir şey yapmaya veya bir tavır koymaya zorlandığımız bu bedbaht zaman diliminde, zaaflarımız ve korkularımızın da marifetiyle doğru anlamak gittikçe zorlaşmaktadır. Bu durumda her zaman meseleleri yanlış anlayabileceğimizi göz önünde bulundurarak temkinle hareket etmek anlam dünyamızı zenginleştirecektir.
Burada ya her şeyi yanlış anlıyorsam diye bunu bir vesveseye dönüştürüp tüm ölçülerimizden şüphelenmek elbette bir aşırılıktır. Yanlış anlamak, anlamak eyleminin önemli bir cüzüdür ama bizzat kendisi değildir. Asıl olan doğru anlama ulaşmak için temkinli ve ölçülü davranmaktır.
2
Kur’an ve Sünnet üzerinden yapılan iddialarda karşı tarafın ya anlamadığı ya da yanlış anladığını iddia edenler, kendi anlayışlarını mutlak doğru saydıklarının farkında mıdırlar?
Bizden önceki nesil bir konuda fikir beyan ettiğinde “Allahu Âlem” (Allah en iyi bilendir) demeyi ihmal etmezdi. Bu, başlarda insanın yanlış anlayabileceğinin farkında olması açısından önemli bir uyarı idi. Ama daha sonraları bu sadece bir söz kalıbı veya dudak tiryakiliğine dönüştüğü için yeni nesle devredilemeden buharlaşıp gitti.
Modernlik, rekabete dayalı bir düşünme biçimi olduğundan ötekileştirmeyi esas alır.
Ötekileştirmenin de en kısa yolu, karşısındakini devamlı yanlış anladığı ön yargısıyla kendini mutlak doğru görmektir. Bu konuda gömleğin ilk düğmesini yanlış ilikleyenin ondan sonra yaptığı iliklemelerin de yanlış olacağı tezi dile getirilir. Yanlış anlama üzerinden ötekileştirme belli süre sonra önyargılara ve devamında da sağırlığa yol açar. Ki bu anlamda sosyal medya rahatlıkla ‘körler sağırlar birbirini ağırlar’ın uygulama alanı olarak görülebilir.
Hep doğru anladığını iddia edenler, eleştiriye ve itirazlara kapalı hâle geliverirler. Böylece kendilerini uyaranlardan izole ortamlar oluştururlar. Bu da tövbe etmelerini anlamsızlaştırır.
Sahi geçmişte yanlış anladığınızdan dolayı kendinize ve çevrenize ödettiğiniz bedelleri düşündüğünüzde biraz daha temkinli davranmanız gerektiği sonucuna varıyor musunuz?
Şu şekilde düşünmeye ne dersiniz?
“Benim dinden, siyasetten ve diğer konulardan anladığım budur. Lütfen benden duyduklarınızı mutlak doğru ile karıştırmayın. Ben hakikatin ta kendisini söylediğim kanaatindeyim ancak tek kendisi olmayabileceğinin de farkındayım.”
Velhâsıl insanları kâfir, müşrik, münafık, hâin, devlet düşmanı, terörist ilan etmeden bir daha düşünmek gerekiyor sanırım. Baksanıza o çetin hesap günü yaklaştıkça yaklaşıyor…
Şevket Hüner / 1 Muharrem 1443