Düşünce

Sözün Bittiği Yer

Akşamüstü yağmurla rüzgarın elele verip hışımla taarruza geçtiğini gören bizim pazarcılar, o her zamanki çığırtkanlıklarını bırakmışlar evlerinde içecekleri sıcacık çorbanın hayaliyle tezgahlarda kalan malları alelacele toplayıp kasalara doldurma telaşındaydılar.

Kendilerini öyle kaptırmışlar ki, gözleri tezgah önlerinde bekleyen akşam pazarının şaşkın müşterilerini bile görmüyordu. Keşke her zaman böyle olsalar; ama normal zamanlarda bu adamları susturmanın mümkün olacağını hiç sanmıyorum.

 

Kocaman brandalara rağmen rüzgarın da etkisiyle adeta pazarda yağmurdan nasibini almayan kimse yok gibiydi. Küçük bir dereyi andıran yağmur suları tezgah altlarına dökülen meyve ve sebzeleri sürükleyip götürürken pazarda yükselen tek ses, tablasında kalan yarım kasa hamsiyi elden çıkarabilmek için tezgah önünden geçen herkese tanıdık muamelesi yapan bizim balıkçının sesiydi.

 

Onbirinci asrın ünlü bilgesi Yusuf Has Hacib “Sözü kısa olanın ömrü uzun olur” der, Karahanlı Hakanı Buğra Han’a sunduğu Kutadgu Bilig isimli eserinde. Az ve öz konuşmanın önemini hatırlatır bize. Gereksiz sözün, sahibine vereceği zararlardan bahseder kitabında. Gücün yetiyorsa gel de sen şimdi bunu bize anlat.

Öyle ya, Kitap ve Sünnet sözlerini söyledikten sonra artık söyleyecek söz bitmiştir. Bundan sonrası şerh ve teferruattır. Ve bir de insanı küçük düşüren, faydasız boş lakırdı.

 

Bu iki kaynaktan beslenen insan, trafik yoğunluğunu görmeden çok daha önce kavramıştır şehrin kalabalık olduğunu. Hayatın her alanında, kendinden başka insanların da var olduğunu.

 

Biraz daha geriye giderek, istisnasız her insanın “Ol” emriyle yaratılmış Allah’ın birer kulu olduğunu.

 

“Sözün bittiği yer” diye dilimize pelesenk ettiğimiz bir deyişi söyler dururuz her zor zamanda. Gerçekte ise sözün bittiği yer doğumdur. İnsan olmanın ağır sorumluluğunu yüklendiğimiz o gün bitmiştir söylenecek söz.

Ana karnındaki rahatlıktan sonra her çocuğun ağlayarak dünyaya gelişi, Adem ile Havva’nın cennetten dünyaya gönderilişinin asırlardır tekrar eden küçük bir temsilidir aslında. Onun için sözün bittiği yerdir doğum.

 

Ve küllüküm mes’ûlün… Hepiniz mesulsünüz… Neyden mesulüz biz… Her şeyden… İnsandan, hayvandan ve tabiattan…

 

Pakistanlı genç bir mülteci yol ortasına küçük bir tezgah açmış ellerini hohlayan ıslak montlu satıcıyla limon pazarlığı yaparken, iki kadın da telaşla pazarı turlayan az sayıdaki insanın bakışlarından uzak, boşalan bir tezgahın arkasına geçmiş bir öğünlük yemek için lahana yaprakları karıştırıyordu.

 

Brandalar altında sallanan lambaların birer birer sönmesi, her pazarcı için artık satış umutlarının biraz daha azaldığını gösteriyordu. “Hacı abi elimde üç kabağım kaldı, bunları sana vereyim” diyen dört parmaklı satıcıya “Haydi ver bakalım” deyiverdim.

 

Aynı şekilde bir başkası da elinde kalan iki marulu bana doğru uzatınca ona da eyvallah dedik, geri çevirmedik. Verdiğim para para değilki; maksat adamların gönlü olsun. Akşam eve vardıklarında hesap yaparken “Hamdolsun kabak ve marullar bitirdik” demeleri bile yeter benim için.

 

Kalın sağlıcakla…

 

Bir cevap yazın