Düşünce

Şehrin İnsanı

“Tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca
       …neler olup bittiğini hiçbir ayetten,
hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı”

 

Sevgili okuyucu,

Editör kardeşimiz Ağustos başında arayıp, hocam önümüzdeki sayımızın dosya konusu “doğru şehir” olacak deyince, içimde sızlayan bir yaraya tuz bastı.

Doğru şehir nedir arkadaş? Neye göre doğru? Doğru nedir? Devenin neresi doğru ki boynu eğri olsun? Gibi, bir dünya soru üşüştü muhayyileme…

Varlığa yüklediğimiz anlam (var olma nedenimiz), Epistemolojiyi (bilginin doğasını) belirler, “bilgi” değerlerimizi belirler, “değerlerimiz” davranış biçimlerimizi belirler. Yani kurumlarımız, teknolojimiz, bütün mal ve hizmet üretimlerimize rengini veren bu silsiledir sevgili dostlar. Lafın Türkçesini, merhum Ziya Paşa söylemiş: Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Bir güzel söz de şudur: Testinin içinde ne var ise, dışına o sızar.

Hiç öyle lafı orta saha da dolandırıp, sistem, devlet, küresel kapitalizm eleştirisi yapıp, taca atmaya niyetim yok. Eleştiri dünyanın en konforlu, en keyifli işidir dostlar. Bütün faturayı etrafa keser, kendini temize çıkartırsın. Suçu en güzel tartacak kantar da işin başındaki bürokratlar ve işbaşındaki hükümetlerdir. Ne yüklesen kaldırır. Ha devletin hiç mi kabahati yok, bürokrasi sütten çıkmış ak kaşık da bütün kabahat biz de ya da dış güçlerde mi? Elbette öyle değil, öküzün büyüğü devletin üretme çiftliğinde bağlı hala, eyvallah; hala kahrolsun Amerika onu da koyalım şu kenara.

Demem o ki sevgili okuyucu, sen ne kadar masumsun? Ona buna faturayı kesip, en kral sitede, manzaralı bir daire kapatıp, çocuğu havalı bir koleje yazdırıp, bayramda aileyi bir telefonla, arkadaşları toplu mesaj sistemiyle geçiştirip, kurbanı da Kızılay’a bağışlayıp, akabinde muhafazakâr bir otel ayarlayıp, tatile çıkma hakkını sana kim veriyor? Seni kim başımıza yargıç, atadı. Sen bütün sorumluluklarda azade, bütün günahlardan pak mısın?

Şehir demiştik değil mi? O vakit dönelim şehrimize de nerede şehir? Misal İstanbul’da İstanbulludan çok Sivaslı var. Üsküdar’ı Ordulular, Beykoz’u Rizeliler parsellemiş. İşyerlerine alan açmak için kolon kesmiş, belediye meclisine “selam” verip, yeşil alanlara bina dikmişiz.

Örneklere takılma kardeş. İstanbul’da köylü kalmaya devam etmişiz yani. Henüz şehirleşememişiz. Balkonda domates, çatıda tavuk yetiştirmeye devam ediyoruz senin anlayacağın. Yaz geldi mi, bir de bayram arifesi, başlıyor kavimler göçü. Göçebelik de berdevamız. Çerimiz çöpümüz yollar da. Haa bir de çer çöp demişken, piknik yerlerine bir pazartesi uğradınız mı? O çöp dağlarını gördünüz mü? Bu sürünün hepsinin nüfus kağıdında Müslüman yazıyor. Bu davranış biçimini hangi İslami “değerler” besliyor arkadaşlar?

Şehri kaybetmenin arka planında ailenin kaybı var bence. Büyük aileyi kaybettik, çocuklarımız masalları dedelerinden değil, Ninja kaplumbağalardan dinliyorlardı bizim zamanımızda. Şimdilerde ise youtuberlar anlatıyor masalları. Masallar körpe fidanlara verilen sudur. Varlık, bilgi, değerler dediğimiz şeylerin tohumunu işte bu masallar atar arkadaşlar. Maya orada atılır, istikamet orada verilir. Sen tahtını yaparsın çocuğun, iyi bir okul da okur, sonra belki doktor olur ama “adam” olmaz. Saçımı süpürge ettim der validesi. Baba onca emek verdim bunca para döktüm nerede hata yaptım der, düşünür.

Ailemiz darbe aldı dostlar, asırlık çınar yıkılmak üzere. Mahalleyi de kaybediyoruz, şimdilerde siteler moda. Herkes kesesine göre, bir sosyal sınıfa dahil olup, etrafını dikenli tellerle çeviriyor. Kapıda güvenlik kontrolünden geçmeden babanı bile görmen mümkün değil. Yabancı araçların içeri park etmesi zinhar yasak, misafir gelmesin diye bütün tedbirler alınmış yani. Bütün bu engelleri aşıp bir misafir size gelmeye azmetse, ki bu nadirattandır. Bu hadsizi de dışarda restoranda kabul ediyor bazılarımız. Komşuluk mu dediniz? O kelimeyi TDK sözlüklerden kaldıralı hayli zaman oldu. Hatta bazıları için komşu denince akla sadece Yunanistan geliyor.

Mahalleyi kaybediyoruz dedim, dikkat isterim! Mahalleyi kaybedersek şehri kaybederiz. Büyük bir açık hava hapishanesine döner bu mekanlar. Aklımızı başımıza devşirelim a dostlar. Mahallenin, bakkalı, kasabı, manavı olur, bugün paran yoksa yarın verirsin, bazen de halden anlayıp bu da bizden olsun diyen esnafı. Delisi olur mahallenin yahu, kitabın ortasından konuşan, senin ruhuna ayna tutan. Yoksulu, fakiri, orta hallisi. Zengini olur, yoksulunu gözeten, veresiye defterini ramazanın hatırına üstlenen. Abisi olur mahallenin, yeni yetmelere arka çıkar, usul öğretir erkan gösterir. Hocası olur mahalle camilerinin, ergenler kuran öğrenir, ihtiyarlar bahçesinde dem tutar. Ablası olur, dolma sarar, hasta olduğunda bir tas çorba pişirir. Bir akil adamı olur yahu, küstüğünde barıştıracak, düştüğünde kaldıracak. Komşusu olur insanın mahallede, düğününden oynar, ölüsüne ağlar…

Bu sitelere göçün hikmeti nedir? Siteleri müteahhitler yapıyor eyvallah, bu gökdelenlere belediyeler ruhsat veriyor o da doğru, peki bunların müşterisi kim kardeş? Bu toplumsal değişimin dinamiği nedir? İğneyi kendimize batıralım diyorum, çuvaldız zaten elimizde.

Dostlar, evleri balkonsuz yapan mimarlar kalmadı artık.

Heyhat, gül yetiştiren adamların torunları müteahhitle anlaşıp gül plazalarda oturuyor.

Sözün başına dönecek olursak, sonuçları değerler üretiyor. Yaşadığımız şehirleri inşa eden paradigma bizim kadim kültürümüzden, sahih “bilgiden” üremiyor demek ki. Dilde söylenenle kalpte yaşanan arasındaki fark bizi bugünlere getirdi.

Sözün özü,doğru şehir inşa etmek için doğru insan yetiştirmekten geçer. Doğru insan nasıl yetişir?

Bu benim için başka bir yazının konusu, ancak zaman geçiyor kardeş. Sen yazıyı bekleme istersen. Kendi hikayene dön. “Başkalarının” hikayesini dinleme. Zira, bir bakmışsın başkalarının acısı üzüntün, başkalarının mutluluğu sevincin olmuş.

Bir de zaten bildiğin kadim öğüte uy. İnandığın gibi yaşa. Yoksa yaşadığın gibi inanmaya başlarsın.

F. Prof. D. Fahrettin Okkacızade

okkacizade@gmail.com

  • Mimar Mühendis dergisi 102 sayıdan alıntı

Bir cevap yazın