KILPAYI
Haklılıklar hep kılpayı da olabilir. Bunu bilmek, bunu üstlenmek, bunu kabul etmek insana bir zarar vermez. İnsanı küçültmez; bilakis büyütür de.
İnsan, coşkusunun azalması korkusuyla başta buna yanaşmayabilir. Yani çok inanmış olmamız için, çok heyecanlı olmamız için, kendimizi vermemizin tam olması için davanın muhakkak haklı olmasını düşünürüz. Adeta kendimiz için, değmesi için öyle olması lazımdır.
Kim küskün, yorgun ve son dakikada bir savaşıma girer ki? Ama hayır girilir; belki de bu insana daha zor geleceği için daha bir asaletli dahi olabilir. Bu noktada bir yere giderken, bir işe girişirken, bir mihenk gibi uzun yıllardır aklıma gelen nadide örnekler, kişiler var. Ne kendilerini ne olayı büyütmezler. Hatta bütün bütün sıkıntılı duruma rağmen “kılpayı” bir gereklilik varmışçasına harekete geçerler.
Yıllar içinde böylesi bir yaklaşımın, zaten fiilen de bir gerçeklik olduğu geldi; bir bir kendini gösterdi. Bizim kuşak için Bosna bir milattı ve belki onun için farklı yaklaştık, hem toplama kampları, saldırıların ölçeği ve bizzat uluslararası egemen hukuka göre dahi savaşın/davanın meşru/haklı olduğu bir zemin vardı.
Oysa daha sonra hayat farklı aktı. Kosova, Çeçenya ile başlayan sürecin bugün bizi getirdiği yerde Suriye’den Libya’ya konuşurken herkes ancak kılpayı bir haklılıktan bahsedebiliyordur herhalde kendi payına. Tarih böylece yine öğretici oldu.