Endülüs İzlenimleri
Binlerce km uzakta olsa da bir Endülüs ilgisi vardır bizde. Son iki yüzyıldır batının teknik üstünlüğü karşısında kaybetmiş bir medeniyetin çocuklarını Endülüs’ün büyüsü hep çekmiştir. Endülüs, kendi çağının cazibe merkezidir. Kurtuba şehri, döneminin en büyük kütüphanesine ve medresesine sahiptir. Hristiyan dünyası ortaçağ karanlığındayken Endülüs İslam Medeniyeti altın çağını yaşamaktadır ve aralarında kıyaslanmayacak bir kalite farkı vardır. İslam dünyası, kültür, sanat ve bilim alanında tarihe iz bırakan ürünler verirken diğer tarafta kilisenin baskıladığı bir düşünce sistemi hüküm sürmektedir. Batılılar, Haçlı Seferleri sırasında edindikleri kazanımlardan daha fazlasını işgal ettikleri Endülüs’ten devşirmişlerdir.
Endülüs denilince aklımıza biraz hüzün gelse de Endülüs, bir dirençtir bizim için. Tarık Bin Ziyad’ın İspanya kıyılarına çıkınca gemileri yakması, yola revan olan birinin kararlılığını ifade eder. “Gemileri Yakmak” ifadesi bu yüzden dilimizde deyimleşmiştir. Çoğumuzun hayatında gemileri yakarak hareket etmişliği vardır.
Daha yaşanabilir bir dünya için SIFIR ATIK
Endülüs sevgisinin yüreğimize düşmesinden yıllar sonra Sıfır Atık konulu bir toplantı vesilesiyle İspanya’ya gitmek nasip oldu. Başakşehir Belediyemizin ortak olduğu “Atmadan Önce Bir Kez Daha Düşün” projesinin paydaşlarından biri de İspanya’nın Elche Belediyesi’ydi. Sıfır atık tecrübelerimizi uluslararası düzeyde paylaşmak ve daha güçlü bir geri dönüşüm sistemi kurmak için Elche şehrine gittik. Türkiye, İspanya, İtalya, Hollanda, Belçika ve Polonya’dan çeşitli kurumlar projeye paydaş olarak katıldılar. Elche şehrinde verimli oturumlar yaptık. Her ülke daha yaşanabilir bir dünya için kendi tecrübelerini anlattı. Bir sonraki toplantı için görev dağılımları yapıldıktan sonra Elche’deki programımız sona erdi.

İspanya’daki ilk durağımız MALAGA
Malaga’ya indikten sonra hava limanında araç kiralayıp şehrin içine doğru ilerlerken kendimizi ülkemizin Akdeniz bölgesindeki ilçelerinden birinde zannettik. Malaga bir vilayet olmasına rağmen sokakları, caddeleri, evleriyle bizim Akdeniz bölgemizdeki bir ilçeyi andırıyordu. Kızıl tuğlalı apartmanları insana kasvet veriyordu. Yol kenarları bakımsız, kaldırımları eski, boş arazilerinde salaş bir görüntü hâkimdi. Başka Avrupa şehrine gitmedim; ama İspanya’nın bir vilayetiyle kendi şehirlerimizi kıyasladığımda tertip, düzen konusunda ülkemizin ilçeleri bile buralardan daha ileri durumda.

Medeniyetlerin kesiştiği yer, Endülüs
Malaga’da konaklayacağımız eve çantalarımızı bıraktıktan sonra şehrin merkezine doğru yola çıktık. Gezdiğimiz şehirlerin hepsinde olduğu gibi kentin merkezinde camiden dönüştürülmüş bir katedral bulunuyor. Katedralin etrafını gezip Endülüs kalesine doğru yürüdük. Kalenin hemen önündeki antik Roma tiyatrosu adeta uygarlık tarihinin serüvenini anlatıyordu. Şimdilerde Hristiyan şehri olan bu yer, çok önceleri Roma medeniyetine ev sahipliği yapmış sonra İslam beldesi olmuş ve daha sonra bir Hristiyan kentine dönüşmüş. Malaga, medeniyetler kesişmesinin kısa bir özeti olarak önümüzde duruyordu. Eylül ayı olmasına rağmen şehirdeki turist yoğunluğu oldukça fazlaydı. Malaga’nın sokaklarında dolaşırken namaz kılacağımız bir mescidin olmayışı ecnebi bir ülkede bulunduğumuzu hatırlatıyordu. Gruptaki arkadaşlara hiç sokak hayvanı görmediğimizi söyledim. Gerçekten de altı günlük İspanya gezimiz süresince bir tane bile sokak hayvanına rastlamadık. Bizim cami avluları kedi cennetine dönüşmüşken İspanya’nın sokaklarında ne bir kedi ne de bir köpek görmek mümkün değil. Merhametin yerini paranın ve gücün aldığı batı ülkelerinde bir kap su verilecek sokak hayvanı bulunmuyor.

Sevilia’nın her köşesinde İslam Medeniyetinin izleri var.
Ertesi gün, eski ismi İşbiliyye olan Sevilia şehrine gittik. Buradaki izlenimlerimiz de Malaga’dan çok farklı değildi. Şehrin ortasındaki heybetli Sevilia Katedrali daha önce camiyken kiliseye dönüştürülmüş bir mabet. Katedralin etrafındaki çeşmeler, bahçeler ‘bir zamanlar ben ulu bir camiydim’ diye kulağımıza fısıldıyor. Sevilia’nın eski mahallelerini gezerken şehrin açık hava müzesine dönüştürüldüğünü ve tarihi dokusunu koruduğunu gördük. İki katlı evleri, dar sokakları ve duvarlarındaki seramiklerin geometrisiyle Müslümanlar tarafından inşa edilen bir şehri dolaştığınızı anlıyorsunuz. Ahşap cümle kapısından içeri girdiğinizde kemerli avlu sizi karşılıyor. Avlunun ortasında bulunan havuzda şırıldayan su sesini duyduğunuzda birazdan başörtülü bir teyzenin çıkıp gelerek ‘selamünaleyküm’ diyeceği hissine kapılıyorsunuz. Okunacak ezan sesinin duvarlarda yankılanacağını sandığınız bir anda ansızın başlayan çan sesi, sizi dalmış olduğunuz hülyadan acı şekilde uyandırıyor.

Flamenko ritimleri gizli bir isyanı haykırıyor.
Müslümanlar İspanya’da yaklaşık 750 yıl kalmışlar. 1492’de yaşanan son yenilgiden sonra yüz yıl boyunca Müslümanlar varlıklarını bir şekilde sürdürmüşler. Daha sonra acımasız bir baskı dönemi yaşanmış. Sünnet olmaları yasaklanmış, zorla vaftiz edilmişler. Baskılara karşı direnenler engizisyon mahkemelerinde yargılanmış, ağır cezalara çarptırılmışlar. İslam’a ait tüm izlerin silinmesi için bir sürek avı başlatılmış ve sonrasında Endülüs’te kendini belli eden tek bir Müslüman bile kalmamış. Sevilia’da Flamenko dansçısının topuklu ayakkabılarıyla dans ettiği tahtadan çıkan sesler sanki bir çığlığı haykırıyordu. Kulaklarımızda yankılanan tak, tak, takataktak sesleri inancından ve vatanından zorla koparılan Müslümanların isyanını anlatıyordu. Aradan geçen beş yüzyılın ardından sokaklarına hiç Müslümana rastlanmasa da, mescitleri kiliseye, ulu camisi katedrale dönüştürülmüş olsa da Sevilla, ihtişamlı bir Medeniyetin izlerini taşımaya devam ediyor. Şehrin her yerine serpiştirilmiş bahçeler, çeşmeler, su havuzları İslam medeniyetinin izleri olarak yüzyıllara meydan okuyor. Akşam vakti Endülüs dağlarında güneş batarken yüzyıllar öncesinden sessiz bir çığlık akşam ezanı okuyordu ve biz biraz yorgun, biraz suskun konaklayacağımız adrese doğru yol alıyorduk.

Heyecan veren şehir KURTUBA
Ertesi gün Kurtuba’ya (Cordoba) vardığımızda bir Selçuklu şehrinde olduğumuzu düşündüm. Ne yazık ki Anadolu’da Selçuklu’dan çok fazla bir iz kalmamış. Oysa buralarda Endülüs’ün bıraktığı mimari etki şehrin ruhunu dipdiri ayakta tutuyor. Kurtuba, insana heyecan veren bir şehir. Eski mahalleyi dolaşırken Felsefe Fakültesini gördük. Bu fakültenin Endülüs mimarisine sahip bir binada faaliyet gösteriyor olması İspanyolların geçmişin mirasına yaslanma düşüncesini ortaya koyuyor. İbn Firnas, İbn Rüşd, Kurtubi, İbnül Arabi, Musa bin Meymun, Zerkali gibi alimler hem kendi zamanlarına hem de daha sonra Batılı bilginlere ışık olmuşlar. Avrupa Ortaçağ karanlığındayken Kurtuba bilim, sanat ve irfan merkezi olarak ışık saçıyordu. Vad’il Kebir nehrini geçip karşı kıyalardan Kurtuba mescidine bakarken kemerli köprünün altından akan suyun yüzyılların şahitliğini yaptığını hissediyorsunuz.

Suskun çeşmelerden Endülüs’ün iniltisini duyuyoruz.
785 yılında Birinci Abdurrahman tarafından yapımına başlanan Kurtuba mescidi yıllar içinde çeşitli eklemelerle muazzam bir camiye dönüşüyor. Dünyada en çok sütunu olan mabet özelliğine sahip Kurtuba caminin içinde 850 sütun bulunuyor. Sütunların üzerinde bulunan kemerler camiye inanılmaz bir estetik katıyor. İşgalin ardından 1236 yılında caminin içindeki 63 sütun kaldırarak ortasına bir hançer gibi Katedral saplanmış. Her ne kadar katedral olarak kullanılsa da Kurtuba caminin kendine has dokusu bozulmamış. Kurtuba cami estetikle sadeliğin cem edilmiş halini yansıtıyor. Caminin içindeki sütunlu kemerlerin altından geçerken nefsin basamaklarında ilerleyen Müslümanın hali geliyor aklımıza. Bütün dünyalıkları elinin tersiyle iterek cennete yürüyen bir mü’minin halini görüyorsunuz sütunların altında. Kurtuba’dan ayrılırken acısını duvarlardaki mozaiklerden, yemyeşil bahçelerden, suskun çeşmelerden dinleyeceğiniz Endülüs’ün iniltisini duyuyoruz. Bu duygularla yoğrulurken İstanbul’u, Konya’yı, Edirne’yi düşündüm. Kaybedilmiş şehirlerimiz Kudüs’ü, Şam’ı, Kurtuba’yı düşündüm. Vatan bilincinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kavradım. Eğer sahip olduğumuz vatanın kıymetini bilmezsek ve aşkın bir duyguyla onu sahiplenmezsek gün gelip elimizden kayıp gitmesi mukadder olacaktır.

Burada her şey cennetin yeryüzündeki bir yansımasıydı.
Malaga, Sevilia, Cordoba’dan sonra son ziyaret edeceğimiz şehir Gırnata’ya (Granada) doğru yola çıktık. Gırnata’ya giderken romanlara ve şarkılara konu olan bu masalsı şehre varıyor olmanın heyecanını duyduk. Bahçeleriyle, süslemeleriyle cennetin yeryüzündeki tasvirinin yapıldığı El Hamra Sarayı’na vardığımızda sanki bizi yüzyıllar öncesine götüren bir zaman makinesine binmiş gibi olduk. Tek tek döşenmiş zarif taşlı yollar, mükemmel bir simetriyle inşa edilmiş evler, altın oran kullanılarak yapılmış kemerler, her bir tarafta kurulan havuzlar, şırıldayan su sesleri… Burada her şey cennetin yeryüzündeki bir yansımasıydı. İnşa edildiği zamanı düşündüğünüzde o zamanların teknik imkânlarıyla böyle bir sarayın yapımının ne muhteşem bir şey olduğunu anlıyorsunuz. Yanımızda profesyonel bir fotoğrafçı olmasının nimetini yaşadık. El Hamra’nın bütün güzelliklerini gezerken her yerinde resim çektirme fırsatımız oldu.
Ve El Hamra’da akşam.
Akşam olup sarayın karşı tarafındaki tepeye geçip uzaktan El Hamra Sarayı’nı temaşa ettiğinizde tarih ötesinden çıkıp gelen büyüleyici bir güzellik yüreğinizi titretiyor. Malaga, Sevilla, Cordoba’da aradığımız camiyi Al Hamra seyir terasının yanında bulduk. Çocuklar gibi sevindik. İkindi namazını burada kıldıktan sonra akşam namazına kadar caminin içinde ve avlusunda vakit geçirdik. Buradaki Müslümanlarla tanışıp sohbet ettik. Caminin avlusundaki kafeyi Granadalı bir Müslüman işletiyor. Sohbetimizde caminin daha yeni yapıldığını Gırnatalı Müslümanların kendi imkânlarıyla caminin toprağını satın aldıklarını ve inşa ettirdiklerini öğrendik. Mekânın cami olarak tahsis edilme sürecinde hükümet nezdindeki resmi işlemlerde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’ın siyasi destek verdiğini öğrendiğimizde bir kez daha gururlandık. Ülkemiz ve İslam dünyası için Cumhurbaşkanımızın ne kadar önemli olduğunu binlerce km uzakta anlamış olduk. Reisimize dua ettik.

Endülüs ziyaretiminiz son akşamında Tarık Bin Ziyad’ın gemileri yaktığı sahillerde Endülüs’ü ve yaşadığı süreci düşünüyoruz. Zafer kazanmak zor, muzaffer kalmak daha zor. Belki de en zoru kazanılanı kaybetmek. Bütün bunları yaşamış Endülüs’e veda ederken aklımızda kalan şey, Müslümanların yaptığı sokaklarda dolaşan, Müslümanların yaptığı saraylarda yaşayan, Müslümanların yaptığı mabetlerde ayin yapan Hıristiyanların ülkesi İspanya.
