Düşünce

Bir Dostun Ardından

Ölüm, başkalarının başına gelen tatsız bir durummuş gibi geliyor insana. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamayı sürdürüyoruz. Oysa ölüm yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak veya ani bir sebeple hepimizin kapısını çalacak. Bir yakınımızı kaybettiğimiz zaman ölüm gerçeğini daha çok gündemimize alıyoruz. Hayat ve ötesiyle ilgili muhasebeler yapıyoruz. Başkasının ölümü kendi ölümümüzün bir provası olarak bize nasihat veriyor.

Önceleri dedelerin, amcaların, babaların ölümlerini duyarken yaşımız ilerledikçe kendi akranlarımızın ölümlerine şahit oluyoruz. Üniversitede aynı yılları, aynı mekânları paylaştığımız; aynı tabaktan yemek yediğimiz öğretmen Yusuf KÜLTÜR kardeşimizi 2020 yılının son gününde kaybettik.

“Aralarında hükmetmeleri için Allah’a ve Resûlü’ne çağırıldıkları zaman, mü’minlerin sözü sadece “işittik ve itaat ettik” demeleridir. Felâha, kurtuluşa kavuşacak olanlar işte bunlardır.” (Nûr-24)

“İşittik ve itaat ettik” ifadesinin geçtiği ayeti hatırlamadan Yusuf KÜLTÜR’ü anlatan bir yazı yazamayız. Çünkü Yusuf, ömrünün sonuna kadar işitti ve itaat etti. Okumayı, anlamayı, yaşamayı, anlatmayı hayatının vazgeçilmez bir parçası haline getirdi ve ömrü boyunca bunu sürdürdü. Üniversite yıllarında elinde devamlı kitapla gezer; kantinde otururken, sınıfın kapısında beklerken, yemekhane sırasında yürürken kitaplardan öğrendiği bilgileri etrafındakilerle paylaşırdı. Bazı arkadaşları ona koca Yusuf derken sadece beden olarak iriliğine değil, koca koca kitapları o yıllarda bitirmesine işaret ederdi. Kütüb-i Sitte’den Seyyid Kutub’a, İhyâü Ulumiddin’den Risâle-i Nûr’a kadar ciltli kitapları hatmetmişti.

Yusuf, insanlarla kolay iletişime geçer, toplumun değişik katmanlarındaki insanlarla muhabbet ederdi. Fakültede profesörle konuşurken, sınıfta ilkokul çocuklarına ders anlatırken, akraba meclisinde sohbet ederken, televizyonda milyonlarca insana hitap ederken herkesin anlayacağı bir dil kullanırdı. Espri yapmak, nükteli konuşmak en başat özelliğiydi. Onunla konuşurken kendinizi bir komedi filminin içinde veya bir standup gösterisinde hissederdiniz. Karşısındakini ezmez, geniş yüreğiyle kuşatırdı. Güler yüzlü ve cana yakın olduğu için çok seveni vardı. Yusuf’u iğreti bulan, ondan hazzetmeyen birini göremezdiniz.

Konuşurken ayetlerden ve hadislerden deliller getirerek konuşur, fikirlerini Kur’an-ı Kerim’den ve Peygamberimiz’in hayatından örneklerle güçlendirirdi. Sahabenin hayatı onun için mihenk taşıydı. Öğrenci evinde güreş yaparken altta kalınca işi espriye vurur, rakibinin altında işaret parmağını havaya kaldırarak “ehad ehad” diyerek Yasir ailesinin müşriklere direnen imanını tebessüm ve hüzünle karışık bir duyguyla hatırlatırdı.

90’lı yıllarda yaklaşık 40 üniversite öğrencisi trenle Konya’ya gitmiş ve Saffet BAKIRCI Hocanın sohbetine katılmıştık. Saffet BAKIRCI, bize neden Konya’ya geldiğimizi sorduğunda gezmek için geldiğimizi söylemiştik. Saffet Hoca eleştirel bir tavırla, Konya’da gezeceğimize Bakara’da gezmemizi, Al-i İmran’da gezmemizi söyledi. Bunun üzerine Yusuf söz alarak “De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bir bakın!” ayetini okudu. Konya’da gezmenin de bu anlamda bir ibadet olacağını ifade edince Saffet Hocayla kısa bir polemik yaşamıştı.  

O, her haliyle tam bir Adanalıydı. Tarzıyla, şivesiyle Çukurova’nın kavruk insanının özelliklerini üzerinde taşırdı. İstanbul’da üniversite bitirmiş ve yüzlerce kitap okumuş olmasına rağmen doğallığını ve mütevaziliğini hep korudu. Üniversiteden sonra kendisini ziyaret için Adana’ya gittiğimde beni otogardan bir mobiletle almış, Adana’nın sıcak asfaltında iki tekerle gezmiş, gece evin damında yıldızların altında uyumuş ve üç öğün Adana kebabı yemiştik.

Şanlıurfa’da başladığı öğretmenlik görevini Sakarya’da sürdürmek istiyordu. Yıllar önce ayrıldığı İstanbul’a biraz daha yakın olup tebdil-i mekân için Marmara Bölgesi’ne gelmişti. Sakarya’ya gelir gelmez sivil toplum kuruluşlarıyla irtibata geçmiş ilim ve irşat faaliyetlerini çeşitli vesilelerle sürdürmüştü. Vefat etmeden önce okulda gençlerle vakit geçiriyor oluşu onun hayatının bir özetiydi. İnsanlarla ilgilenmek onları hayra ve Hak’ka davet etmek hayatının vazgeçilmez parçasıydı.

Arkasında, bu sınırlı satırlara sığmayacak kadar büyük, hoş bir sada bırakan Yusuf KÜLTÜR kardeşimize Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine sabrı cemil dilerim. “Doğduğu gün, öleceği gün ve yeniden hayata döndürüleceği gün ona selâm olsun.” (Meryem-15)

Bir cevap yazın